27 Şubat 2010 Cumartesi

Mercedes W01 rekabetçi mi? Schumi'den iki farklı yorum...

Formula 1 2010 sezonunun başlamasına artık sadece 13 gün kaldı. 2 sezondur devam eden test kısıtlamaları iyiden iyiye bu sezon kendini gösterdi ve takımlar sadece 12 gün test ile sezona hazırlanmış oldular. Bahreyn'deki sezon açılışı öncesi son testler bugün 4.gün olmak üzere Barcelona'da yapılıyor.

Geçen sezonu her iki kulvarda şampiyon olarak bitiren Brawn GP'yi satın alarak 50 yıldan fazla bir süre sonra kendi adındaki takımıyla spora giren Mercedes, önce yükselen yıldız Nico Rosberg'i, sonra büyük bir sürpriz yaparak efsanevi şampiyon Michael Schumacher'i yarış koltuğuna oturtarak iddiasını gösterdi. Test pilotluğuna ise en uzun süre klasmana giren pilot rekorunu elinde bulunduran Nick Heidfeld'i getirdi ve kadrosunu tamamen Almanlarla doldurmuş oldu.

Geçtiğimiz sezonun son yarışına kadar zorlayan ve gelişme gösteren Brawn GP'nin (yeni Mercedes GP) diğer takımlara göre biraz geride olması doğal sayılabilir. Sezon öncesi testlerinde takım rekabetçi görünse de geçtiğimiz sezonun ikinci yarısındaki sorunlarını 2010'da da devam ettirdiği göze çarptı. Bunların en önemlisi lastik ısıtma sorunuydu. Brawn pilotları 2009 sezonunda kimi zaman lastikler ısınmadığı için yarış ortasında zikzaklarla lastik ısıtmaya çalışmışlardı. 2010 aracı W01'de de ağırlık dağılımının doğru yapılmaması nedeniyle de bu sorun devam ediyor olabilir.



Schumi'den ilk açıklama: "Sezonun ilk bölümünde yarış kazanmaya hazır değiliz"

Michael Schumacher iki gün önce W01'in performansı sorulduğunda şöyle bir cevap verdi : "Şu anda muhtemelen yarış kazanacak kadar rekabetçi bir pozisyonda değiliz. Yine de çok sıkı çalışıyoruz. Sezon çok uzun ve önemli olan çok fazla uzakta olmamak." Kısacası, Avrupa yarışlarına kadar bizden zafer beklemeyin dedi. Bu Ferrari, Redbull ve Mclaren performanslarına bakıldığında mantıklı olan şeydi.


Schumi'den ikinci açıklama: "Hiç de fena değiliz, yarış kazanabiliriz"

Schumi ilk açıklamanın ertesi günü fikrini ciddi oranda değiştirerek şöyle bir demeç verdi. "Dün verileri iyice incelemeden önce biraz karamsardım. Verileri incelemeden önce yaptığım konuşma o idi ama sonrasında düşündüğümden daha makul bir durumda olduğumuzu gördüm. Bu sadece ilk izlenim ama belki de dün diğerlerine göre daha fazla yakıt yüküyle piste çıkmıştık ve bu yüzden tur zamanlarımız çok iyi gözükmedi. Sonuçlara ve verilere bakarak söyleyebirilim ki, makul görünüyor, hiç fena değiliz." dedi."

Bu yazıyı yazma sebebim işte burada. Bilenler bilir ki bu açıklamalar normal açıklamalar değil. Schumi bu kadar önemli bir konuda emin olmadan konuşmaz. "Verileri iyice incelemeden konuştum" Schumi'ye göre bir açıklama olamaz. Fazla yakıt yüküyle çıktıysa onun hesabını yapmıştır. Neticede Schumi araç yavaş diyorsa yavaştır. İlk yarışlarda zafer beklemeyin diyorsa beklenmezdir.

Problem ne?

Schumacher'e açıklamalarını yediren ve fikrim değişti gibi bir şeyi söyleten şey ne? Şahsi fikrimi açıklıyorum. Mercedes GP Brawn'ı satın alıp Mclaren'den stratejik olarak koptuktan sonra, Mercedes'in asıl şirketi Daimler-Benz Ceo'su Dieter Zetcshe bir açıklama yaptı. Dedi ki "Mercedes GP Daimler'in desteğini alabilmek için kazanmak zorunda." Bu çok sert bir ve uyarıcı bir açıklama aslında. Alman disiplininden ve kararlığından bu uyarının çıkması şaşırtıcı değil. 10 yıl İtalyan rahatlığında rekorları kırmış Schumi'nin rahatlıkla şimdilik zafer beklemeyin demesi Mercedes'in Dna'larına uymadı. Ve bence bir uyarı geldi. Schumi de açıklamalarını yumuşatmak ve düzeltmek zorunda kaldı.

Bir ikinci neden Mercedes'in yeni sponsor arayışları olabilir. Sezon öncesi son şampiyon takıma sponsor olmak isteyecek yatırımcılar Schumi rüzgarıyla birlikte kazanan bir takım isteyecekler doğal olarak. Schumi'nin açıklaması potansiyel sponsorları ürkütmüş olabileceğinden düzeltme gelmiş olabilir.

Hangi açıklamanın doğru olduğunu 2 hafta sonra Bahreyn Sakhir pistinde önce Cuma antrenmanlarında, sonra da daha kesin olarak boş depoyla atılacak sıralama seansında göreceğiz.

Yeni Petrol Ofisi Vmax Eurodiesel, Kadirizm ve Yaban üstüne üç beş kelam...




Bir süredir televizyonda Kadir İnanır ve onun yeni versiyonu Yaban'ın (Fırat Doğruloğlu) oynadığı reklam filmini izliyoruz. Reklam Petrol Ofisi'nin yeni ürünü Vmax Euro diesel'e ait. 100 lt'de 4 lt yakıt tasarrufu sağladığı söylenen bu ürünü ilk kullanmam sonrası hem sonuçlarını, hem Yaban konusunu hem de reklamla ilgili fikirlerimi yazmak istedim.

Yaban : Fırat Doğruloğlu

Fırat Doğruloğlu'nu sanırım televizyonlarda ilk olarak Yarım Elma adlı dizide izledik. İzledik dememe bakmayın, ben o yıllarda pek dizi izlemezdim, Türk halkı adına konuştum :) Tekrarına baktığım o bölümlerde de ilk denemelere göre başarılı bir oyuncu olduğunu söyleyebilirim. Daha sonra da bir kısa film ve dizilerde oynadı. Aslen de tiyatrocuymuş, bu yönüyle saygımı çoktan kazandı zaten. Asıl ününü de Haneler adlı dizideki yeni Kadir İnanır versiyonu olan Yaban karakteriyle kazandı. Bu karakterde çok başarılı bir görüntü çizdi bana göre. Merak ettiklerimden birisi Yaban adının nasıl seçildiği? Kadir İnanır'ın yıllar önceki Yaban filmiyle mi? Yoksa maço karaktere uyması nedeniyle mi? Bilen varsa beni de aydınlatsın.



Yaban : Yeni nesil Kadirizm

Kadir İnanır'ın nasıl bir fenomen olduğunu anlatmama gerek yok. Bir dönem Türk sinemasına damga vurdu diyemiyoruz, ilk filmiyle birlikte bugünlere kadar başarısını sürdürdü. Şahsen en sevdiğim Türk filmleri çoğunlukla onun oynadığı filmlerden oluşuyor. Selvi Boylum Al Yazmalım, Dila Hanım bunlardan ikisi. Kadir İnanır'ın Yaban adlı bir filmi var bu arada. Ustaya lafım yok ama yönetmen, varsa sanat yönetmeni, kameraman ve senarist el ele verip komik bir film çıkarmışlar ortaya, Kadir Usta'nın o filmde olmamasını isterdim. Meraklısı varsa Google Video'dan ya da Youtube'dan izlemeli. Belki başka bir yazımda bu filmi değerlendirebilirim. Aşağıda Kadir İnanır'ın filmdeki komik sahnelerinden biri var, saçlara dikkat :)




Kadir İnanır filmlerinde maço, dediğim dedik, net çizgileri olan, kuralcı, erkeksi bir profil izledik. Kadirizm de tarihe bu şekilde geçti. Taklitleri yapıldı, her dönem Kadirizm konuşuldu, üstüne çok şey söylendi. Yaban da bu taklitlerden biriydi. Ama sanıyoruz ki en iyisiydi. Bu yüzden çok beğenildi, dilden dile yayıldı. Yalan söylüyorsunnn, uleeeen, normancıyım ben, Nalev gibi kelimeleri ezberlendi. Kadir İnanır'la bir araya gelirler mi diye soruldu, Kadir Usta aşağıda da göreceğiniz gibi "Nevet gelirim" dedi ve bu reklam doğdu...



Vmax Euro diesel reklamı

Reklam Yaban'ın yakıtı bitmesi nedeniyle çekerek getirdiği ve Normancı olduğu için içine odunlarını koyduğu arabasını Petrol Ofisi İstasyonuna sokması, diesel yakıt istemesi, Yeni Nesil Vmax Euro diesel yakıtını duyup ninanmıyorum uleeen demesi şeklinde gidiyor. En komik yanlardan biri maçoluğun kilometre taşlarından olan lokanta masası dağıtma ritüeli için bir mizansen konulması. Masayı da dağıtıp "inanmam uleeen" derken Kadir abi geliyor, "çocuk %4 diyor, ninanacaksın" diyor, sonra da Petrol Ofisi'nin istikrarlı logosu ağzından ateş/duman çıkaran aslanını temsilen haykırması ve ağzından bir duman çıkarması şeklinde bitiyor. Bana göre bir yakıt reklamı için ve Türkiye'nin en yaygın istasyon ağına sahip PO için hedef kitleye yönelik güzel bir reklam. Diesel yakıtın öneminin artmasıyla tasarruf da önem kazandı, bu anlamda çok yerinde ve zamanında bir lansman bu.

Reklamın radyo versiyonları da mevcut. Bunları da arabadayken zevkle, keyifle dinledim. Kadir abi'nin dış sesle ve Yaban'la diyaloğu geçiyor. Velhasıl, reklam güzel, kutluyoruz.

Olumsuz eleştirilere gelince. Reklamı izleyen sizlere soruyorum, anladık, %4 tasarruf var. Peki nasıl? İşte bu anlatılmamış. Sizler için araştırdım, mantık şuymuş : Vmax Euro diesel aracın katkısız sıradan yakıtla kullanılması durumunda motorda oluşan kalıntıları hızla temizliyor ve tekrar oluşumunu engelleyip daha az yakıt kullanımı sağlıyormuş, bu yolla motorda yüzde 10 oranında güç artışı sağlanıyormuş. Reklamda keşke bu teknik bilgiye ucundan değinselermiş. Böylece daha inandırıcı olabilirdi.

Peki işe yarıyor mu?

Şimdi efendim beni bilenler bilir, matematiğe ve sayılara, dolayısıyla da teknik detaylara ilgim vardır. Arabamda yol bilgisayarı da olduğundan 100 km'de ortalama kaç lt yakıt harcıyorum dikkat ederim. Şehir içi ortalama 6.6-6.7 lt yakıt harcardım, şehir dışı da 4.8-5.0 lt. Geçen hafta reklam sonrası ilk yakıtımı aldım ve gözlemlemeye başladım. Sonuç şaşırtıcı: 6.2 lt'ye düştü yakıt harcaması. Arabamın 45 lt aldığını ve bir depoyla yaklaşık 750 km yol yaptığını da göze alırsak aradaki fark minik bir farkla bu yeni yakıtın iddiasını doğruluyor. O minik fark da kullanım farkı zaten, bu hafta 3 defa feci trafiğe yakalanıp 2'şer saatlik yol eziyeti yaşadım. 2. ve 3. depolarda fark olursa buradan açıklayacağım.

Merak edenler varsa, PO ile hiçbir alakam yok, ilgimi çektiğinden bunları yazdım. Adamlar yapmış, bize de tebrik etmek düşer.

7 Şubat 2010 Pazar

Karlar düşer 2 (Lise-Üniversite)

15 yaşındayken Erzincan'dan ayrıldığımda bir daha o topraklara senede 1-2 defadan fazla kar yağmayacağını bilmiyordum.

Biliyor musunuz, İstanbul'u ve Türkiye'nin neredeyse her yerini karlar fırtınalar bastırdığı geçen haftaki furyada Erzincan'a sadece 1 gün kar yağmış ve o da yerde kalmamış..

Erzincan'ın etrafı 3500 mt'lik dağlarla çevrilidir. Bu dağlar şehre soğuk gelmesini engeller. Ama yüksektir, o yüzden dört mevsim kar görebilirsiniz dağlarda. Fahriye abla şiirinde der ki Ahmet Muhip Dranas :

"Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?"

Evet, Fahriye abla hala Erzincan'daysa, dağları karlı olan o şehirdedir...



1995 senesinde liseyi Erzurum'da okuyacağımı öğrendiğimde mevsiminde sert kışı seven ben pek bir mutlu olmuştum. İlk gittiğimizde Erzurumlular bize Erzurum'un eski kışlarının daha soğuk ve sert geçtiğini ve artık iklim değişikliği olmaya başladığını söylemişlerdi, birazdan anlayacaksınız iklimin değişmiş halini :)

Kasım'da ilk kar düşmeye başlamıştı. Sanırım Aralık gibi de yerde kalan karlar yağmaya başlamıştı. Okulun tatil olması gibi bir ihtimal yoktu, çünkü yatılıydık, istesek sınıfta bile uyuyabilirdik. En büyük keyfim Cuma ve Cumartesi akşamları kar yağmaya başladığında okuldan çıkıp yürümekti. Kongre caddesindeki okulumuzdan çıkıp Gürcükapı'dan Taş Çarşı'ya yürürdüm, o geniş yolda yürürken karlardan gözlerimizi açamazdık. Kafada bere, boyunda atkı, elde eldiven olduğu halde donardık yine. Toz diye söylenen kardan hiç yağmazdı, tamamen lapa lapa formunda kar yağardı. Artık soğuktan ayaklarımızı hissetmeyecek hale gelince okula gelir kaloriferlere üşüşürdük. Yemekler felaket olsa da okulumuzda kaloriferle ölümüne yanardı. Hemen çoraplar konur kuruması için, eller yapışır kalorifere. Eğer saat 11 olmadıysa kantincimiz Kazım abi açıktır, gidip birer çay ve Probis alınır güneş ve hava girmeyen kantinde keyif yapılırdı...



Evliya Çelebi'nin abartmalarından birini hatırlayanlar bilir, Erzurum'da bir kedi damdan dama atlarken soğuktan havada donmuş, bahar gelince buz erimiş ve yere düşmüş devam etmiş yürümeye.. :) Abartma olsa da çok uzak ihtimal değildi bu. Geceleri -38, -40 dereceleri hatırlıyorum. Evlerin damlarından sarkan buzların kalınlığı ağaç kalınlığında olurdu bazen. Boyları 2 mt'ye dahi uzayabiliyordu. Cumhuriyet Caddesinde sarkıt buzların düşüp öldürdüğü insanların hikayelerini duymuştuk, bir tanesini de 1996'da yaşadık, duyduk. İnsanlar korkarak yürürlerdi evlerin yanında.



3 yıl kara kışın keyfini Erzurum'da çıkardıktan sonra İstanbul'a geçiş yaptım. İstanbul'u da çok kar yağmayan bir yer diye düşünürdüm, hani İzmir ve Antalya olmasa da ona yakın sanardım. Geldiğim yıl sanırım Aralık gibi bir kar yağdı, yarım gün süren ve tutmayan. Tamam artık bu son sandım. Midterm'lerden sonra İstanbul'da kalıp gitmemiştim. Ocak'ın sonunda bir kar yağmıştı, tam 3 gün sürmüştü. 3 gün durmadan yağan kar... Ders olmadığından okula bile gidememiştim. 3.günün sonunda gittiğimde yazın görüp hastası olduğum okulum Boğaziçi, karda bir kere daha büyülemişti beni. Güney Kampüs'ün girişinde soldaki ağaçlardaki karlar, kampüsün merkezine inene kadar sağlı sollu ağaçlar, ve en son İİBF binası, 1.Erkek yurdu ve Albert Hall inanılmaz güzeldi karda. Bol bol fotoğraf çekmiştim.

Okulda bulunduğum sürece sanırım 2 ya da 3 defa kar tatili yaşadım. Hep yurtta kaldığımdan kar tatili benim için hakikaten de tatildi. Tatili yolda öğrenme gibi bir derdim yoktu, sadece odamdan çıkıp derse gidiyordum, bu yüzden kar tatili demek büyük keyif demekti. 1.yurtta her kar yağdığında cayır cayır yanan kaloriferden hamam gibi olan odamızdan dışarıyı seyreder, çayımızı yudumlardık. Zaman zaman yürümek için odadan çıkar, kampüsü dört dönerdik. Doğduğumdan beri olduğu gibi o zaman da kurtluydum tabii, kimi peşime taksam da çıksak diye düşünürdüm. Erkan'ı bazen kandırırdım, bazen Dinçer'i, onlardan daha fazla Kenan'ı, bazen de kimseyi kandıramayıp kendim çıkardım.



İlk tam anlamıyla yerleşik zamanlarımı İstanbul'un belki en güzel yeri Bebek'te geçirdim, şehrin dört mevsimini orada gördüm. Oradan da her şey gibi kış da çok güzeldi.

Ve sonuç, İstanbul benim düşündüğümden daha da fazla kar yağan bir şehirdi. Ve ben bu şehrin her şeyine aşık olduğum gibi, kışına da aşığım..