18 Ocak 2009 Pazar

Türk Sineması -1

Türk Sineması... Kendimi bildim bileli keyifle takip ettiğim, sevgimin hiç azalmadığı, aksine bilincim arttıkça daha da bağlandığım renkli dünya. Evet, sinemayı seviyorum ama neden Türk Filmleri / Yabancı Filmler karşılaşmaları benim için 9-1 ya da 8-2 bitiyor, işte bu kendime sorduğum sorulardan biri... Beğendiğim yabancı film sayısı çok kısıtlı. Yabancı filmde zeka arıyorum, kompleks bir senaryo arıyorum, benzersiz kurgu arıyorum, oyunculuk arıyorum ve klasik olmayan sonlar arıyorum.

Şu kesin ki aynılarını Türk Sinemasında arasam, yarıya gelmeden yüzlerce filmi bırakırdım. Fakat, gündeme gelmemiş bazı kötü yapımlar hariç 65'lerden günümüze yapılan filmlerin büyük çoğunu defalarca izlemekten bıkmıyorum.

Eski filmlerde onlarca hata var. Hayır, Cüneyt Arkın'ın kolundaki saatten ya da yukarıdan geçen uçaktan bahsetmiyorum. Hoş zaten bunlara inanmıyorum, internet dünyasında bunlar yayılmaya başlayalı herkes kaynağını araştırmayı denemeden yayınlamayı keyifli buldu. Benim bahsettiğim hatalar mantık hataları, o dönemin seyircisinin bunları hoşgöreceğini ya da anlamayacağını düşündüler herhalde. Ağız hareketleriyle büyük oranda uyuşmayan seslendirmeler, film içindeki çelişkiler, aynı kıyafetle çekilen benzermiş gibi görünen ama aynı sahneler, amatörce dublör kullanılan sahneler... İşte tüm bunlara kızmak yerine hoşgörmemizi sağlayan şey aktörlerin ve aktrislerin halkın gönlünde kurduğu sevgiydi... Hep deriz ya, duygusal bir halkız. Filmlerin kötü adamlarına sokakta saldırır laf atarız (Erol Taş, Kazım Kartal, Turgut Özatay...) iyi adamlara da "sizi severek izliyoruz, çok sevindik filmin sonunda birleştiniz" gibi sevgi gösterilerinde bulunuruz (Ediz Hun, Kartal Tibet). İşte başka millette zor bulunacak bu duygusallık nedeniyledir ki bizler o filmlerde kendimizi bulup sinema tekniğine bakmamışız hiç.

Kemal Sunal, Şener Şen, Zeki Alasya-Metin Akpınar'a gösterilen sevgi apayrıydı. Kemal Sunal komikti, küfürlerine, saflığına ve gülüşüne hasta olduk. Şener Şen komedyendi, oyunculuğuna bittik, yıllar geçti ve o sadece komedyen değil, usta bir dram oyuncusu olduğunu da ispatlayıp yeni neslin de babası oldu.. Zeki-Metin'se dürüstlük ve saflığın, koşulsuz sevginin sembolüydü. Bunları sadece sevdik, hiç eleştirmek istemedik.

Dikkat edin, yeni nesil Türk Sinemasında da yine o duygusallığı ve "bizdenliği" yansıtan filmler liste başı oluyor. Eşkıya, Babam ve Oğlum, Issız Adam, Gönül Yarası neden zirvelerde dolaştı? Issız Adam'da bir Selvi Boylum Al Yazmalım görmediniz mi siz? O zaman iyi düşünün ve bulun, hak vereceksiniz bana. Eşkıya'daki aynı kadına gösterilen sevgide de bir Tomruk (Kadir İnanır, Serpil Çakmaklı - 1982) görmeliydiniz.

Peki Recep İvedik, Gora, Arog, Muro? Ben Recep İvedik'te sinema salonunda gördüğüm mozaiği daha önce hiç görmemiştim. Kenar mahallenin gençleri belki de yıllar sonra sinemaya geldiler, kendilerinden birşey bulmayı umarak. En çok da küfürlü bölümlere güldüler. Tıpkı Şaban'ın en çok da küfürlerine gülündüğü gibi...

Her ne kadar arzu edilen şey bu olmasa da, şu bir gerçek ki bizi reddeden yapımlar halkın ve medyanın ilgisinden uzak sessizce geliyor ve sessizce uzaklaşıyor. İlerleyen yıllar ne gösterir bilinmez fakat kolay değişen bir millet olmadığımız gerçeği de abide gibi karşımızda duruyor.
* * *

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim...
(Nazım Hikmet Ran)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder