29 Kasım 2009 Pazar

Semih Kaplanoğlu'ndan bir usta işi : Yumurta (2007)


Yumurta, Süt ve Bal isimlerinden oluşan Semih Kaplanoğlu'nun "Yusuf Üçlemesi" serisinin ilk filmi Yumurta 2007'de vizyona girdi. İzlediğim oldukça kaliteli yapımlardan biri olan Yumurta'yı blogumda değerlendirmek ve sizlerle paylaşmak istedim.

Yumurta 97 dakikalık bir film. Başrollerinde Nejat İşler ve Saadet Işıl Aksoy oynamış. Annesinin ölümü üzerine kasabasına dönen ve annesinin adağını yerine getirmek için bir süreliğine kasabada kalan Yusuf'un (Nejat İşler), bu esnada orada tanıştığı annesinin yadigarı Ayla (Saadet Işıl Aksoy) ile aralarında geçen olaylar ve diyaloglar filmin hikayesini oluşturuyor. Yumurta şu ana kadar Türk sinemasında gördüğüm en "farklı" yapımlardan biri. Bu farkın neler olduğunu birazdan paylaşacağım. Bundan önce yönetmen Semih Kaplanoğlu'nu kısaca tanıtmak istiyorum. Semih Kaplanoğlu 46 yaşında İzmir doğumlu başarılı bir yönetmen. 90'lı yıllarda Şehnaz Tango isimli dizinin senarist ve yönetmenliğini yaptı. Daha sonra da ilk filmi "Herkes Kendi Evinde"yi oluşturdu. Yumurta başarılı yönetmenin 3. filmi. Ayrıca 1996-2000 yılları arasında Radikal'de sinema yazıları yazdı.

Yumurta neden başarılı ve farklı?

Filmi izlerken Semih Kaplanoğlu'nun Fransız sinemasından etkilenmiş olma ihtimali aklıma geldi. Yaptığım araştırmada da bununla ilgili bir bulguya rastlamadım. Yönetmen filmde aksiyona hiçbir şekilde yer vermemiş. Aksine tamamen psikolojik çözümlemeler şeklinde geçmiş. Yusuf karakterinin filmin başında dükkana gelen kızın yaptığı hafif kurlara hiç mahal vermemesinden başlayarak son sahneye kadar geçirdiği duygusal değişimi gözlemliyorsunuz.

Filmin aynı zamanda senaristi de olan yönetmen diyaloglarda klasik sinema dilinden öteye geçerek günlük dil kullanılmasına azami özen göstermiş. Kahramanlar kendi aralarında konuşurlarken oyuncu diliyle değil günlük dilde, az ve öz konuşuyorlar. Uzun cümlelere de rastlamıyorsunuz. Ayrıca kötü bir sinema hastalığı olduğuna inandığım oyuncunun kendi kendine konuşması ve yorum yapması gibi gerçek hayatta rastlamadığımız birşeye filmde yer verilmemiş.

Filmde "herşeyi anlatayım da anlamayan kalmasın" hastalığına da örnek bulamıyorsunuz. Yönetmen bazı şeyleri izleyicinin anlayışına bırakmış, isteyen istediği şekilde yorumlasın diye. En başta filmin tam olarak konusunu bile yazamazsınız, bir giriş-gelişme-sonuç kompozisyonu mevcut değil.

Şu ana kadar anlattıklarımdan sonuç olarak şu sonucu çıkarıyorum : Semih Kaplanoğlu bu filmde doğallığın zirvelerini zorlamış! Ve doğal bir film nasıl yapılmalı göstermiş. Sinemamıza bunun örneklerinin yayılmasını diliyorum.

Görüntü yönetimi açısından baktığımızda yine "farklı" bir sonuç görüyoruz. Filmde neredeyse yok denebilecek kadar hareketli kamera kullanılmış. Psikolojik yapımın gereklerine uyulmuş ve sabit kamera yöntemi seçilmiş. Çok nadiren hareketli kamera kullanılıyor, o da sağ-sol hareketini yavaş biçimde yapıyor. Filmin 2007 Altın Portakal Film Festivalinde En İyi Görüntü Yönetmeni ödülü almış olması da tesadüf değil. Yine filmde müzik de çok az kullanılmış.

Aksiyonun, diyalogun, görüntülerin, hikayenin az kullanıldığı bir filmde de mantıken oyuncuların kendilerini göstermesi gerekir, Nejat İşler ve Saadet Işıl Aksoy da bunu başarmış. 2007 Altın Portakal En İyi Film, Jüri Özel Ödülü (Saadet Işıl Aksoy), En İyi Sanat Yönetmeni (Naz Erayda), En İyi Görüntü Yönetmeni (Özgür Eken), En İyi Kostüm (Yumurta) ödüllerinin alınmış olması da bu başarılı yapıma hakettiği bir hediye...

Filmin son sahnesinde Yusuf kasabaya döner ve Ayla ile sofra başındadırlar, yemek yerler, hem de klasik filmlerde gördüğümüz gibi yarım ağız yalancı şekilde değil, gayet iştahla, duyulan tek ses kaşık, bardak sesleridir, bu esnada film bitiyor, siyah ekranda kadro listelenmeye başlıyor, ancak arka planda yemek sesleri devam ediyor... Bu seslerin doğallığını dinlemek için cast listesini sonuna kadar beklediğim bir film hatırlamıyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder