25 Temmuz 2011 Pazartesi

Güneşi Gördüm ve Norveç'in batan güneşi...

Norveç'te geçtiğimiz günlerde yaşanan akıl almaz saldırıyı sanırım herkes biliyor. Anders Behring Breivik adında aşırı sağcı bir kendini bilmez polis kıyafeti giyerek biri bombalı saldırı, biri de silahlı saldırı olmak üzere iki saldırıda 100'e yakın insanı öldürdü.

Saldırının Norveç'te yaşanması başta Norveç'te yaşayanlar olmak üzere tüm dünyayı şaşırttı. Peki neden? Çünkü insan haklarını en üst seviyede yaşatan ülkelerden biri. Korkunun anlamının bilinmediği, dünyanın en güvenli ülkelerinden biriydi Norveç.

Mahsun Kırmızıgül'ün yönettiği "Güneşi Gördüm" filmini izlediniz mi? Filmde Doğulu aile Pkk terörünün köyde yaşamalarını engellemesi nedeniyle topraklarından ayrılıp Norveç'e göçmen olarak yerleşiyorlar. Norveç'teki akrabaları onlara Norveç'in ne kadar farklı bir ülke olduğunu anlatıyor. İnsan haklarının geldiği noktayı, sosyal hakları, devletin insana verdiği önemi, halkın hoşgörüsünü, Norveç'in fiyortlarını...

Hatta Türkiye'ye neden dönmediğini anlatırken Türkiye özlemini Cahit Sıtkı Tarancı'nın efsane şiiri Memleket İsterim'i okuyarak anlatıyor. Biraz da Norveç'i resmediyor orada...

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet o da ölümden olsun...

İşte orada anlatılan özgür Norveç'e ironi yaparcasına dünyanın en güvenli ülkesini bir meczup kana buladı. Saldırı eğer göründüğü gibi tek kişilik değilse dünyayı yönetenler insanlara burada bile rahat değilsiniz, sadece bizim dediğimiz olur diyor olabilirler....

Saldırıyı duyunca film geldi aklıma. Ancak yazma şansım oldu. Cahit Sıtkı'nın anlattığı Memleket'e kavuşmak dileğiyle... Dünyanın her yerinde hem de....

13 Temmuz 2011 Çarşamba

F1 izleyicileri rehberi.. Takımcı? Pilotcu? Ruh hastası?

Formula 1 dünyanın en popüler üçüncü sporu, bazı ülkelerde ikinci, bazılarında üçüncü, bazılarında da belki ilk 10’a zor giriyor. Ancak şu kesin ki, bu spor fanatiklerinin büyük bir tutkuyla ve bilinçle yüksek seviyede takip etmesi konusunda ilk sırada. Sporun takipçileri arasında da elbette herkes aynı seviyede değil. Kimi ruh hastası derecesinde bağlıyken, kimisi de öylesine bakıp takip ediyor. Bu yazıda tüm bu grupları özellikleriyle bulabilirsiniz. Başlayalım…

Takımcılar: Bu grup Formula 1’i ilgiyle takip ederken takım destekler. Çoğu kendini bildi bileli aynı takımı tutuyordur. Takımına gelen kim olursa onu baş tacı eder, canımızsın der. Ferrari taraftarıysa Schumi varken Schumi’yi, sonra Kimi’yi, o gidince Alonso’yu destekliyordur. Takımın kokpitine eşeği koysalar onu da destekleriz derler. Ben takımcıyım deyip sevmediği bir pilot takıma gelince takımı bırakanlar maalesef bu grubun içinde değildir. Onlara havailer diyebiliriz. Neyse, takımcılar grubumuz futbolda nasıl takım tutuyorsa öyle F1’de takım destekler. Takım şapkası, tshirti, bayrağı tam takım hazırdır. Yarışın birinci pilotuna tapar, ancak ikinci pilotunu da dışlamaz. O da bizdendir der. Takım yarış kazandığı gün sevinçten, yarış kaybettiği gün üzüntüden uyuyamaz. Her hafta sonuna bu sefer galip geleceğiz/podyumda olacağız gözüyle bakar. Haberleri didik didik eder, takım hakkında ipuçları yakalamaya çalışır.

Pilotcular: Bu grup F1’i takip etmeye bir pilota aşık olarak başlar. Kızsa aşık olur, erkekse idol kabul eder o pilotu. Telefonunda, bilgisayarında, evinin duvarında, saatinde, ayakkabısında, cüzdanında, kısacası her yerde ondan bir parçayı taşır. Mail adresi onun adıyla alınır, Facebook hesabında ondan bir kelime bulunur, Twitter hesabı nickname’inde ondan bir parça konur. Pilot üzülürse o kahrolur, pilot sevinirse o çıldırır. Pilotun eşinden çok o kadınlardan kıskanır pilotu. Pilotu biriyle kavga etse o tutar kavga ettiği pilotun fanlarına düşman olur. Pilotunun yediği yemeği, gittiği mekanları, yarış sonrası nereye gittiğini, kimlerle takıldığını, ayakkabı numarasını, evinin yerini, adresini bilir. Gittiği takımın dehşet bir fanı olur, o ayrılınca ayrıldığı takımın bir daha yüzüne bakmaz. Pilotunun en güncel şapkasını, tshirtini taşır, bununla gurur duyar. Pilotunun yeni takımına aşk ve tutkuyla bağlanır.

Tarafsızlar: Bu kişilerden F1’de fazla bulunmaz. Bir takım ya da pilot tutmaz, F1’i seyir zevki için ve çok keyif aldığı için izler. Takımcılar ya da pilotcular start esnasında kalp krizi geçirmek üzereyken bu kişiler elinde içeceği, önünde çerezi zevkle ilk virajı beklerler. Tek istedikleri atak, geçiş, heyecan görmektir. Tur zamanlarını inceler, tahminlerde bulunur, yorumları okur, kısaca sporu spor olduğu için takip eder. Bugün desteklediği ve beğendiğini yarın eleştirebilir. Neyse o’dur der. Yalnız bu grup bol bol şu ya da bu takımı ve pilotu tutmakla eleştirilir, sen şu’cusun denir. O aldırmaz yine de…

Ruh hastaları: Bu grup fanlar takım ya da pilot tutmaktan çok F1’i aşırı derinlemesine incelemeleriyle meşhurlardır. Yarış sırasında gözleri ekrandan çok Live Timing’dedir. Tur zamanlarının içinde yüzerler. Bir gözleri ekranda, bir gözleri Twitter’da, bir gözleri Autosport live anlatımda, bir gözleri de diğer canlı anlatım sitelerindedir. Kısacası Tepegöz gibilerdir. (Böyle bir çok gözlü canavar vardı :) Yarış biter tüm haberleri en fazla 10 dk gecikmeyle okur. Her dakika Twitter’da yeni gelişmeleri takip ederler. FIA’nın yarış sonrası zaman tabloları onlar için kutsal kitap gibidir. Bu tablolarla sevgilileri gibi yatıp uyurlar, ona bakmaya kıyamazlar. Start sırasında motor sesleriyle transa geçerler, onboard görüntülerde meditasyon yapmaya başlarlar, Hint fakirleri gibi yerden 1 mt yükselenleri de olmuştur. Bu gruptan takımcı çıkabilir, pilotcu nadiren çıkar, tarafsız bol bol çıkabilir.

Dedeler: Bu grup zamanında F1’i takip ederken sıkılıp bırakan ama sıkıldığını itiraf edemediği için en kolay bahane olan “F1’i Schumi/Hakkinen/Kimi/Montoya.. varken takip ediyordum, o gidince bıraktım” bahanesine sığınır. Verdikleri yarış örnekleri genellikle Nuh Nebi GP’leridir. Ruh Hastaları’na denk gelince sordukları en fix sorular şunlardır:

1.Schumi neden kötü, tutturamadı mı?
2.Yine Vettel mi kazandı?
3.F1’in iyice tadı kaçtı di mi?
4.Yarış Türkiye’den gidiyor mu?

Dedelerin bir an önce yukarıdaki gruplardan birisine dönüşerek aramıza dönmelerini diliyoruz.

Havailer: Bu arkadaşların kimi neyi tuttukları belli değildir. Bir takımın yılmaz savunucusuyken bir bakarsınız ertesi sezon başka takımı tutar. Schumi varken Ferrarici iken o gidince sıkılıp Mclaren’de Alonso’yu destekler, ertesi sezon Hamilton’la Mclaren’e devam eder. 2010’da iyi duruma gelince Red Bull’u tutar. En çok istediği şey geçiş olmasıdır. F1’i seyir zevki için izler, aslında takım desteklemesi de aidiyet hissi nedeniyledir, gerçek destekleme değildir. Pilotcular gibi bu kişiler de Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinde taraftarlığı körükler, forumlarda tartışmalar başlatır ve habire video yayınlarlar.

Bu grupları uzatmak mümkün, en temelleri yazmaya çalıştım. Siz hangi gruptasınız?

4 Temmuz 2011 Pazartesi

Vettel şampiyon olursa ne yapacağız?


Sebastian Vettel’in F1 tarihindeki en ezici üstünlüklerden birini sergilediği sezon devam ederken herkes genç Alman’ın erkenden şampiyon olup olmayacağını tartışıyor. Şampiyon olacağına inananların sayısı Çin’deki çekik gözlü insan sayısından ya da Meksika’da baharat sevenlerden fazla.

Peki Vettel şampiyonluğunu tahmin edildiği gibi Japonya’dan önce ilan ederse ve Avrupa sezonunun sonlarına doğru puan farkı 100’ü aşarsa biz ne yapacağız? O kadar F1 fanı şampiyonluk mücadelesi yoksa ne ile ilgilenecek. Bu yazıda önerilerimi bulacaksınız.

Vettel bu parmağı göstermeye devam ederse sezon bitmeden çok önce sezonu bitirecek

En hızlı tur şampiyonluğu

Formula 1 ana sponsoru DHL firması 2007 yılından beri yılın en fazla “fastest lap-en hızlı tur” elde eden pilotunu ödüllendiriyor. Bu firmanın pazarlama stratejisi. Nedeni de basit: Kargo ve taşımacılık sektöründeki firma kargoyu en hızlı teslim etme fikriyle F1’deki fastest lap fikrini bağdaştırıyor ve DHL Fastest Lap Award’ı dağıtıyor. 2007 ve 2008 senesinde bu ödülü doğal olarak Kimi Raikkonen kazandı. Griddeki en hızlı iki araçtan birine sahipse Kimi Raikkonen haricinde bu ödülü alacak başka bir pilot tanımıyorum, 40 yaşına gelse de… 2009 yılında Sebastian Vettel hem de sadece 3 en hızlı turla, 2010 yılında da Fernando Alonso bu ödülün sahibi oldu. Bu sezon da şu ana kadar 8’de 4 fastest lap’le Mark Webber ilk sırada. Vettel’in feci şekilde gölgesinde kalan Avustralyalı bu şekilde teselli bulmaya çalıştığından ve en hızlı araca sahip olduğundan ödülün güçlü bir adayı. Vettel’in şampiyonluğu ilgimizi çekmezse ilgileneceğimiz konulardan ilki bu olabilir.


DHL Fastest Lap Award'ın 2010'daki sahibi Alonso ödülünü alırken

Takım arkadaşları mücadelesi

Artık F1’le ilgilenen herkesin malumu, F1’e adım attığınız andan itibaren geçmeniz gereken ilk kişi takım arkadaşınızdır. Takım arkadaşınızı geçemediğiniz sürece kimseye bir şey anlatamazsınız. 2011 sezonu takım arkadaşları farkı açısından ilginç bir sezon. Geride kalanlar çok kalıyor, galipler de farkı açıyor. En harika performans Fernando Alonso’ya ait, İspanyol pilot takım arkadaşını sıralamada 8-0 mağlup edebilen tek pilot. Görüntü pek değişeceğe de benzemiyor. Diğer ilgi çekici üstünlükler de 7-1’le Rosberg,Liuzzi, Buemie ve Kovalainen’e ait. Alguersuari’nin Buemi’yle, Sutil’in Di Resta’yla, yeni çaylak Ricciardo’nun Liuzzi’yle, Button’ın Hamilton’la ve Perez’in Kobayashi’yle mücadelesi izlemeye değer. Sezonun geri kalanında sıkılırsanız önerim takım arkadaşları şampiyonası oluşturun ve bunu takip edin.

Gridin sonundaki 10.’luk mücadelesi

Geçen yıl gride katılan 3 takımdan en önde olanı geçen sezon ve bu sezon şüphesiz ki Team Lotus. Takım bu sezon 2 defa 13.’lük elde etti. Ancak Kanada GP’sinde 13.olan HRT takımı da sezon sonu 10.’luk için Team Lotus’u zorlayabilir. Olaylı bir yarışta kazara alınacak bir puan üç takımdan herhangi birini sezon sonuna kadar 10. ilan edebilir. Bu neye mi yarıyor? F1’de en iyi 10 takım yayın gelirlerinden pay alıyor ve bu rakam bir ana sponsorun yıllık getirisinden fazla olabilecek kadar çok. Yeni ve küçük bütçeli takım için bu gelir önemli ve yeni takımların en büyük motivasyonu bu. Bu sezonun devamında gridin arkasındaki takımların mücadelesini ilgiyle izleyebilirsiniz. Ben Twitter’da genelde bu konuyla ilgili update bilgiler veriyorum, takip edenler bilir.

Orta sıra mücadelesi

Williams, Sauber, Toro Rosso ve Force India’nın içinde bulunduğu orta sıra takımları arasında yine sıra mücadelesi yaşanıyor. Bu takımlar araçlarının konfigürasyonuna göre bazı pistlerde ön olana çıkıyor, bir diğerinde geride kalıyor. Sauber ve Toro Rosso diğer iki takımdan önde görünüyor. Sauber lastik kullanımıyla, Toro Rosso aerodinamik avantajıyla öne çıkıyor. Yine gelirlerden daha fazla pay almak için bu takımlar kendi aralarında yoğun rekabet ediyor. Orta sıra mücadelesi de incelemeye değer.

Renault vs Mercedes mücadelesi

Bu iki takımın mücadelesi 3 büyük takımın oluşturduğu ligi rahatsız etme ve orta sıraya düşmeme mücadelesi. Bu konuda sezon başında Renault öndeyken son birkaç yarıştır Mercedes üstün duruma geçti. Mercedes’in avantajı puan getiren iki pilota sahip olması, Renault’da ise Heidfeld aksayan taraf oluyor genellikle. 4.’lük mücadelesi de yine izlemeye değer konulardan olacak, gündeminize alabilirsiniz.

Şimdilik bu kadar, Vettel’in sıkıcılaştırdığı sezonu eğlenceli hale getirme rehberinin ikinci bölümünde görüşmek üzere.