7 Şubat 2010 Pazar

Karlar düşer 2 (Lise-Üniversite)

15 yaşındayken Erzincan'dan ayrıldığımda bir daha o topraklara senede 1-2 defadan fazla kar yağmayacağını bilmiyordum.

Biliyor musunuz, İstanbul'u ve Türkiye'nin neredeyse her yerini karlar fırtınalar bastırdığı geçen haftaki furyada Erzincan'a sadece 1 gün kar yağmış ve o da yerde kalmamış..

Erzincan'ın etrafı 3500 mt'lik dağlarla çevrilidir. Bu dağlar şehre soğuk gelmesini engeller. Ama yüksektir, o yüzden dört mevsim kar görebilirsiniz dağlarda. Fahriye abla şiirinde der ki Ahmet Muhip Dranas :

"Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?"

Evet, Fahriye abla hala Erzincan'daysa, dağları karlı olan o şehirdedir...



1995 senesinde liseyi Erzurum'da okuyacağımı öğrendiğimde mevsiminde sert kışı seven ben pek bir mutlu olmuştum. İlk gittiğimizde Erzurumlular bize Erzurum'un eski kışlarının daha soğuk ve sert geçtiğini ve artık iklim değişikliği olmaya başladığını söylemişlerdi, birazdan anlayacaksınız iklimin değişmiş halini :)

Kasım'da ilk kar düşmeye başlamıştı. Sanırım Aralık gibi de yerde kalan karlar yağmaya başlamıştı. Okulun tatil olması gibi bir ihtimal yoktu, çünkü yatılıydık, istesek sınıfta bile uyuyabilirdik. En büyük keyfim Cuma ve Cumartesi akşamları kar yağmaya başladığında okuldan çıkıp yürümekti. Kongre caddesindeki okulumuzdan çıkıp Gürcükapı'dan Taş Çarşı'ya yürürdüm, o geniş yolda yürürken karlardan gözlerimizi açamazdık. Kafada bere, boyunda atkı, elde eldiven olduğu halde donardık yine. Toz diye söylenen kardan hiç yağmazdı, tamamen lapa lapa formunda kar yağardı. Artık soğuktan ayaklarımızı hissetmeyecek hale gelince okula gelir kaloriferlere üşüşürdük. Yemekler felaket olsa da okulumuzda kaloriferle ölümüne yanardı. Hemen çoraplar konur kuruması için, eller yapışır kalorifere. Eğer saat 11 olmadıysa kantincimiz Kazım abi açıktır, gidip birer çay ve Probis alınır güneş ve hava girmeyen kantinde keyif yapılırdı...



Evliya Çelebi'nin abartmalarından birini hatırlayanlar bilir, Erzurum'da bir kedi damdan dama atlarken soğuktan havada donmuş, bahar gelince buz erimiş ve yere düşmüş devam etmiş yürümeye.. :) Abartma olsa da çok uzak ihtimal değildi bu. Geceleri -38, -40 dereceleri hatırlıyorum. Evlerin damlarından sarkan buzların kalınlığı ağaç kalınlığında olurdu bazen. Boyları 2 mt'ye dahi uzayabiliyordu. Cumhuriyet Caddesinde sarkıt buzların düşüp öldürdüğü insanların hikayelerini duymuştuk, bir tanesini de 1996'da yaşadık, duyduk. İnsanlar korkarak yürürlerdi evlerin yanında.



3 yıl kara kışın keyfini Erzurum'da çıkardıktan sonra İstanbul'a geçiş yaptım. İstanbul'u da çok kar yağmayan bir yer diye düşünürdüm, hani İzmir ve Antalya olmasa da ona yakın sanardım. Geldiğim yıl sanırım Aralık gibi bir kar yağdı, yarım gün süren ve tutmayan. Tamam artık bu son sandım. Midterm'lerden sonra İstanbul'da kalıp gitmemiştim. Ocak'ın sonunda bir kar yağmıştı, tam 3 gün sürmüştü. 3 gün durmadan yağan kar... Ders olmadığından okula bile gidememiştim. 3.günün sonunda gittiğimde yazın görüp hastası olduğum okulum Boğaziçi, karda bir kere daha büyülemişti beni. Güney Kampüs'ün girişinde soldaki ağaçlardaki karlar, kampüsün merkezine inene kadar sağlı sollu ağaçlar, ve en son İİBF binası, 1.Erkek yurdu ve Albert Hall inanılmaz güzeldi karda. Bol bol fotoğraf çekmiştim.

Okulda bulunduğum sürece sanırım 2 ya da 3 defa kar tatili yaşadım. Hep yurtta kaldığımdan kar tatili benim için hakikaten de tatildi. Tatili yolda öğrenme gibi bir derdim yoktu, sadece odamdan çıkıp derse gidiyordum, bu yüzden kar tatili demek büyük keyif demekti. 1.yurtta her kar yağdığında cayır cayır yanan kaloriferden hamam gibi olan odamızdan dışarıyı seyreder, çayımızı yudumlardık. Zaman zaman yürümek için odadan çıkar, kampüsü dört dönerdik. Doğduğumdan beri olduğu gibi o zaman da kurtluydum tabii, kimi peşime taksam da çıksak diye düşünürdüm. Erkan'ı bazen kandırırdım, bazen Dinçer'i, onlardan daha fazla Kenan'ı, bazen de kimseyi kandıramayıp kendim çıkardım.



İlk tam anlamıyla yerleşik zamanlarımı İstanbul'un belki en güzel yeri Bebek'te geçirdim, şehrin dört mevsimini orada gördüm. Oradan da her şey gibi kış da çok güzeldi.

Ve sonuç, İstanbul benim düşündüğümden daha da fazla kar yağan bir şehirdi. Ve ben bu şehrin her şeyine aşık olduğum gibi, kışına da aşığım..

2 yorum:

  1. erzurum kısmı yine de kısa geçilmiş. daha ayrıntılı pansiyon tasvirleri bekliyordum açarken.

    YanıtlaSil
  2. erkan yuksel11 Ekim 2011 13:29

    kedi misali kalorifer yanından ayrılmayan Erkan'ı boğazın soğuk yellerine maruz bırakırdın:) gece baykuşlar çıkınca biz de çıkardık:) bebeğe inerdik yokuş aşağı, güzel ağaçlarla dolu kampüs yolundan, hafif esinti arasında, havuzun yanından boğaz göründü mü, dön sola, ikinci köprüye, orası daha sakin, daha dingin, nerden geldim-nereye gidiyorum sorusuna aranan cevaplar için atmosfer daha uygun. Metin üzülürdü şu okul bitmese, ayrılmasam burdan diye, ben anlam veremezdim, bitse de gitsek derdim. ama artık veriyorum hakkını Metin'e, yürüyüş arkadaşlığı, yol arkadaşlığı için hakkını verdiğim gibi, saolasın kadim dostum..
    Erkan

    YanıtlaSil