27 Şubat 2010 Cumartesi

Mercedes W01 rekabetçi mi? Schumi'den iki farklı yorum...

Formula 1 2010 sezonunun başlamasına artık sadece 13 gün kaldı. 2 sezondur devam eden test kısıtlamaları iyiden iyiye bu sezon kendini gösterdi ve takımlar sadece 12 gün test ile sezona hazırlanmış oldular. Bahreyn'deki sezon açılışı öncesi son testler bugün 4.gün olmak üzere Barcelona'da yapılıyor.

Geçen sezonu her iki kulvarda şampiyon olarak bitiren Brawn GP'yi satın alarak 50 yıldan fazla bir süre sonra kendi adındaki takımıyla spora giren Mercedes, önce yükselen yıldız Nico Rosberg'i, sonra büyük bir sürpriz yaparak efsanevi şampiyon Michael Schumacher'i yarış koltuğuna oturtarak iddiasını gösterdi. Test pilotluğuna ise en uzun süre klasmana giren pilot rekorunu elinde bulunduran Nick Heidfeld'i getirdi ve kadrosunu tamamen Almanlarla doldurmuş oldu.

Geçtiğimiz sezonun son yarışına kadar zorlayan ve gelişme gösteren Brawn GP'nin (yeni Mercedes GP) diğer takımlara göre biraz geride olması doğal sayılabilir. Sezon öncesi testlerinde takım rekabetçi görünse de geçtiğimiz sezonun ikinci yarısındaki sorunlarını 2010'da da devam ettirdiği göze çarptı. Bunların en önemlisi lastik ısıtma sorunuydu. Brawn pilotları 2009 sezonunda kimi zaman lastikler ısınmadığı için yarış ortasında zikzaklarla lastik ısıtmaya çalışmışlardı. 2010 aracı W01'de de ağırlık dağılımının doğru yapılmaması nedeniyle de bu sorun devam ediyor olabilir.



Schumi'den ilk açıklama: "Sezonun ilk bölümünde yarış kazanmaya hazır değiliz"

Michael Schumacher iki gün önce W01'in performansı sorulduğunda şöyle bir cevap verdi : "Şu anda muhtemelen yarış kazanacak kadar rekabetçi bir pozisyonda değiliz. Yine de çok sıkı çalışıyoruz. Sezon çok uzun ve önemli olan çok fazla uzakta olmamak." Kısacası, Avrupa yarışlarına kadar bizden zafer beklemeyin dedi. Bu Ferrari, Redbull ve Mclaren performanslarına bakıldığında mantıklı olan şeydi.


Schumi'den ikinci açıklama: "Hiç de fena değiliz, yarış kazanabiliriz"

Schumi ilk açıklamanın ertesi günü fikrini ciddi oranda değiştirerek şöyle bir demeç verdi. "Dün verileri iyice incelemeden önce biraz karamsardım. Verileri incelemeden önce yaptığım konuşma o idi ama sonrasında düşündüğümden daha makul bir durumda olduğumuzu gördüm. Bu sadece ilk izlenim ama belki de dün diğerlerine göre daha fazla yakıt yüküyle piste çıkmıştık ve bu yüzden tur zamanlarımız çok iyi gözükmedi. Sonuçlara ve verilere bakarak söyleyebirilim ki, makul görünüyor, hiç fena değiliz." dedi."

Bu yazıyı yazma sebebim işte burada. Bilenler bilir ki bu açıklamalar normal açıklamalar değil. Schumi bu kadar önemli bir konuda emin olmadan konuşmaz. "Verileri iyice incelemeden konuştum" Schumi'ye göre bir açıklama olamaz. Fazla yakıt yüküyle çıktıysa onun hesabını yapmıştır. Neticede Schumi araç yavaş diyorsa yavaştır. İlk yarışlarda zafer beklemeyin diyorsa beklenmezdir.

Problem ne?

Schumacher'e açıklamalarını yediren ve fikrim değişti gibi bir şeyi söyleten şey ne? Şahsi fikrimi açıklıyorum. Mercedes GP Brawn'ı satın alıp Mclaren'den stratejik olarak koptuktan sonra, Mercedes'in asıl şirketi Daimler-Benz Ceo'su Dieter Zetcshe bir açıklama yaptı. Dedi ki "Mercedes GP Daimler'in desteğini alabilmek için kazanmak zorunda." Bu çok sert bir ve uyarıcı bir açıklama aslında. Alman disiplininden ve kararlığından bu uyarının çıkması şaşırtıcı değil. 10 yıl İtalyan rahatlığında rekorları kırmış Schumi'nin rahatlıkla şimdilik zafer beklemeyin demesi Mercedes'in Dna'larına uymadı. Ve bence bir uyarı geldi. Schumi de açıklamalarını yumuşatmak ve düzeltmek zorunda kaldı.

Bir ikinci neden Mercedes'in yeni sponsor arayışları olabilir. Sezon öncesi son şampiyon takıma sponsor olmak isteyecek yatırımcılar Schumi rüzgarıyla birlikte kazanan bir takım isteyecekler doğal olarak. Schumi'nin açıklaması potansiyel sponsorları ürkütmüş olabileceğinden düzeltme gelmiş olabilir.

Hangi açıklamanın doğru olduğunu 2 hafta sonra Bahreyn Sakhir pistinde önce Cuma antrenmanlarında, sonra da daha kesin olarak boş depoyla atılacak sıralama seansında göreceğiz.

Yeni Petrol Ofisi Vmax Eurodiesel, Kadirizm ve Yaban üstüne üç beş kelam...




Bir süredir televizyonda Kadir İnanır ve onun yeni versiyonu Yaban'ın (Fırat Doğruloğlu) oynadığı reklam filmini izliyoruz. Reklam Petrol Ofisi'nin yeni ürünü Vmax Euro diesel'e ait. 100 lt'de 4 lt yakıt tasarrufu sağladığı söylenen bu ürünü ilk kullanmam sonrası hem sonuçlarını, hem Yaban konusunu hem de reklamla ilgili fikirlerimi yazmak istedim.

Yaban : Fırat Doğruloğlu

Fırat Doğruloğlu'nu sanırım televizyonlarda ilk olarak Yarım Elma adlı dizide izledik. İzledik dememe bakmayın, ben o yıllarda pek dizi izlemezdim, Türk halkı adına konuştum :) Tekrarına baktığım o bölümlerde de ilk denemelere göre başarılı bir oyuncu olduğunu söyleyebilirim. Daha sonra da bir kısa film ve dizilerde oynadı. Aslen de tiyatrocuymuş, bu yönüyle saygımı çoktan kazandı zaten. Asıl ününü de Haneler adlı dizideki yeni Kadir İnanır versiyonu olan Yaban karakteriyle kazandı. Bu karakterde çok başarılı bir görüntü çizdi bana göre. Merak ettiklerimden birisi Yaban adının nasıl seçildiği? Kadir İnanır'ın yıllar önceki Yaban filmiyle mi? Yoksa maço karaktere uyması nedeniyle mi? Bilen varsa beni de aydınlatsın.



Yaban : Yeni nesil Kadirizm

Kadir İnanır'ın nasıl bir fenomen olduğunu anlatmama gerek yok. Bir dönem Türk sinemasına damga vurdu diyemiyoruz, ilk filmiyle birlikte bugünlere kadar başarısını sürdürdü. Şahsen en sevdiğim Türk filmleri çoğunlukla onun oynadığı filmlerden oluşuyor. Selvi Boylum Al Yazmalım, Dila Hanım bunlardan ikisi. Kadir İnanır'ın Yaban adlı bir filmi var bu arada. Ustaya lafım yok ama yönetmen, varsa sanat yönetmeni, kameraman ve senarist el ele verip komik bir film çıkarmışlar ortaya, Kadir Usta'nın o filmde olmamasını isterdim. Meraklısı varsa Google Video'dan ya da Youtube'dan izlemeli. Belki başka bir yazımda bu filmi değerlendirebilirim. Aşağıda Kadir İnanır'ın filmdeki komik sahnelerinden biri var, saçlara dikkat :)




Kadir İnanır filmlerinde maço, dediğim dedik, net çizgileri olan, kuralcı, erkeksi bir profil izledik. Kadirizm de tarihe bu şekilde geçti. Taklitleri yapıldı, her dönem Kadirizm konuşuldu, üstüne çok şey söylendi. Yaban da bu taklitlerden biriydi. Ama sanıyoruz ki en iyisiydi. Bu yüzden çok beğenildi, dilden dile yayıldı. Yalan söylüyorsunnn, uleeeen, normancıyım ben, Nalev gibi kelimeleri ezberlendi. Kadir İnanır'la bir araya gelirler mi diye soruldu, Kadir Usta aşağıda da göreceğiniz gibi "Nevet gelirim" dedi ve bu reklam doğdu...



Vmax Euro diesel reklamı

Reklam Yaban'ın yakıtı bitmesi nedeniyle çekerek getirdiği ve Normancı olduğu için içine odunlarını koyduğu arabasını Petrol Ofisi İstasyonuna sokması, diesel yakıt istemesi, Yeni Nesil Vmax Euro diesel yakıtını duyup ninanmıyorum uleeen demesi şeklinde gidiyor. En komik yanlardan biri maçoluğun kilometre taşlarından olan lokanta masası dağıtma ritüeli için bir mizansen konulması. Masayı da dağıtıp "inanmam uleeen" derken Kadir abi geliyor, "çocuk %4 diyor, ninanacaksın" diyor, sonra da Petrol Ofisi'nin istikrarlı logosu ağzından ateş/duman çıkaran aslanını temsilen haykırması ve ağzından bir duman çıkarması şeklinde bitiyor. Bana göre bir yakıt reklamı için ve Türkiye'nin en yaygın istasyon ağına sahip PO için hedef kitleye yönelik güzel bir reklam. Diesel yakıtın öneminin artmasıyla tasarruf da önem kazandı, bu anlamda çok yerinde ve zamanında bir lansman bu.

Reklamın radyo versiyonları da mevcut. Bunları da arabadayken zevkle, keyifle dinledim. Kadir abi'nin dış sesle ve Yaban'la diyaloğu geçiyor. Velhasıl, reklam güzel, kutluyoruz.

Olumsuz eleştirilere gelince. Reklamı izleyen sizlere soruyorum, anladık, %4 tasarruf var. Peki nasıl? İşte bu anlatılmamış. Sizler için araştırdım, mantık şuymuş : Vmax Euro diesel aracın katkısız sıradan yakıtla kullanılması durumunda motorda oluşan kalıntıları hızla temizliyor ve tekrar oluşumunu engelleyip daha az yakıt kullanımı sağlıyormuş, bu yolla motorda yüzde 10 oranında güç artışı sağlanıyormuş. Reklamda keşke bu teknik bilgiye ucundan değinselermiş. Böylece daha inandırıcı olabilirdi.

Peki işe yarıyor mu?

Şimdi efendim beni bilenler bilir, matematiğe ve sayılara, dolayısıyla da teknik detaylara ilgim vardır. Arabamda yol bilgisayarı da olduğundan 100 km'de ortalama kaç lt yakıt harcıyorum dikkat ederim. Şehir içi ortalama 6.6-6.7 lt yakıt harcardım, şehir dışı da 4.8-5.0 lt. Geçen hafta reklam sonrası ilk yakıtımı aldım ve gözlemlemeye başladım. Sonuç şaşırtıcı: 6.2 lt'ye düştü yakıt harcaması. Arabamın 45 lt aldığını ve bir depoyla yaklaşık 750 km yol yaptığını da göze alırsak aradaki fark minik bir farkla bu yeni yakıtın iddiasını doğruluyor. O minik fark da kullanım farkı zaten, bu hafta 3 defa feci trafiğe yakalanıp 2'şer saatlik yol eziyeti yaşadım. 2. ve 3. depolarda fark olursa buradan açıklayacağım.

Merak edenler varsa, PO ile hiçbir alakam yok, ilgimi çektiğinden bunları yazdım. Adamlar yapmış, bize de tebrik etmek düşer.

7 Şubat 2010 Pazar

Karlar düşer 2 (Lise-Üniversite)

15 yaşındayken Erzincan'dan ayrıldığımda bir daha o topraklara senede 1-2 defadan fazla kar yağmayacağını bilmiyordum.

Biliyor musunuz, İstanbul'u ve Türkiye'nin neredeyse her yerini karlar fırtınalar bastırdığı geçen haftaki furyada Erzincan'a sadece 1 gün kar yağmış ve o da yerde kalmamış..

Erzincan'ın etrafı 3500 mt'lik dağlarla çevrilidir. Bu dağlar şehre soğuk gelmesini engeller. Ama yüksektir, o yüzden dört mevsim kar görebilirsiniz dağlarda. Fahriye abla şiirinde der ki Ahmet Muhip Dranas :

"Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,
Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?"

Evet, Fahriye abla hala Erzincan'daysa, dağları karlı olan o şehirdedir...



1995 senesinde liseyi Erzurum'da okuyacağımı öğrendiğimde mevsiminde sert kışı seven ben pek bir mutlu olmuştum. İlk gittiğimizde Erzurumlular bize Erzurum'un eski kışlarının daha soğuk ve sert geçtiğini ve artık iklim değişikliği olmaya başladığını söylemişlerdi, birazdan anlayacaksınız iklimin değişmiş halini :)

Kasım'da ilk kar düşmeye başlamıştı. Sanırım Aralık gibi de yerde kalan karlar yağmaya başlamıştı. Okulun tatil olması gibi bir ihtimal yoktu, çünkü yatılıydık, istesek sınıfta bile uyuyabilirdik. En büyük keyfim Cuma ve Cumartesi akşamları kar yağmaya başladığında okuldan çıkıp yürümekti. Kongre caddesindeki okulumuzdan çıkıp Gürcükapı'dan Taş Çarşı'ya yürürdüm, o geniş yolda yürürken karlardan gözlerimizi açamazdık. Kafada bere, boyunda atkı, elde eldiven olduğu halde donardık yine. Toz diye söylenen kardan hiç yağmazdı, tamamen lapa lapa formunda kar yağardı. Artık soğuktan ayaklarımızı hissetmeyecek hale gelince okula gelir kaloriferlere üşüşürdük. Yemekler felaket olsa da okulumuzda kaloriferle ölümüne yanardı. Hemen çoraplar konur kuruması için, eller yapışır kalorifere. Eğer saat 11 olmadıysa kantincimiz Kazım abi açıktır, gidip birer çay ve Probis alınır güneş ve hava girmeyen kantinde keyif yapılırdı...



Evliya Çelebi'nin abartmalarından birini hatırlayanlar bilir, Erzurum'da bir kedi damdan dama atlarken soğuktan havada donmuş, bahar gelince buz erimiş ve yere düşmüş devam etmiş yürümeye.. :) Abartma olsa da çok uzak ihtimal değildi bu. Geceleri -38, -40 dereceleri hatırlıyorum. Evlerin damlarından sarkan buzların kalınlığı ağaç kalınlığında olurdu bazen. Boyları 2 mt'ye dahi uzayabiliyordu. Cumhuriyet Caddesinde sarkıt buzların düşüp öldürdüğü insanların hikayelerini duymuştuk, bir tanesini de 1996'da yaşadık, duyduk. İnsanlar korkarak yürürlerdi evlerin yanında.



3 yıl kara kışın keyfini Erzurum'da çıkardıktan sonra İstanbul'a geçiş yaptım. İstanbul'u da çok kar yağmayan bir yer diye düşünürdüm, hani İzmir ve Antalya olmasa da ona yakın sanardım. Geldiğim yıl sanırım Aralık gibi bir kar yağdı, yarım gün süren ve tutmayan. Tamam artık bu son sandım. Midterm'lerden sonra İstanbul'da kalıp gitmemiştim. Ocak'ın sonunda bir kar yağmıştı, tam 3 gün sürmüştü. 3 gün durmadan yağan kar... Ders olmadığından okula bile gidememiştim. 3.günün sonunda gittiğimde yazın görüp hastası olduğum okulum Boğaziçi, karda bir kere daha büyülemişti beni. Güney Kampüs'ün girişinde soldaki ağaçlardaki karlar, kampüsün merkezine inene kadar sağlı sollu ağaçlar, ve en son İİBF binası, 1.Erkek yurdu ve Albert Hall inanılmaz güzeldi karda. Bol bol fotoğraf çekmiştim.

Okulda bulunduğum sürece sanırım 2 ya da 3 defa kar tatili yaşadım. Hep yurtta kaldığımdan kar tatili benim için hakikaten de tatildi. Tatili yolda öğrenme gibi bir derdim yoktu, sadece odamdan çıkıp derse gidiyordum, bu yüzden kar tatili demek büyük keyif demekti. 1.yurtta her kar yağdığında cayır cayır yanan kaloriferden hamam gibi olan odamızdan dışarıyı seyreder, çayımızı yudumlardık. Zaman zaman yürümek için odadan çıkar, kampüsü dört dönerdik. Doğduğumdan beri olduğu gibi o zaman da kurtluydum tabii, kimi peşime taksam da çıksak diye düşünürdüm. Erkan'ı bazen kandırırdım, bazen Dinçer'i, onlardan daha fazla Kenan'ı, bazen de kimseyi kandıramayıp kendim çıkardım.



İlk tam anlamıyla yerleşik zamanlarımı İstanbul'un belki en güzel yeri Bebek'te geçirdim, şehrin dört mevsimini orada gördüm. Oradan da her şey gibi kış da çok güzeldi.

Ve sonuç, İstanbul benim düşündüğümden daha da fazla kar yağan bir şehirdi. Ve ben bu şehrin her şeyine aşık olduğum gibi, kışına da aşığım..

24 Ocak 2010 Pazar

Karlar düşer 1... (Çocukluk-İlkokul-Ortaokul)

2 yıldır hasretle beklediğimiz kar sonunda geldi. Hem de öyle böyle gelmedi, karlar yerlerde örtü oldu, kartopu da oynandı, kardan adam da yapıldı, kızakla poşetle tepsiyle insanlar ne bulursa kaydı. Yarın da devam edecekmiş kar. Hal böyleyken aklım hep eski kışlara gidiyor, çocukluğumun ve ilk gençliğimin kışlarına...

Erzincan'ı duyunca herkes Doğu Anadolu şehri olmasından hareketle çok soğuk zanneder. Oysa ki karlı geçen gün sayısı hemen hemen İstanbul kadardır, etrafındaki yüksek dağlar nedeniyle ve ovada olmasından ötürü çok soğuk değildir. Ayaz olur, ancak rahatsız etmez, kar da çok yağmaz. Eskiden yağardı, İstanbul'a da yağdığı gibi...

Hatırladığım en eski kış 3 yaşımın kışıdır, 1983'de Erzurum'daki depremin Erzincan'ı da etkilediği kötü zamanlardır. Ekim'in sonunda olmuştu ancak Ocak-Şubat aylarına kadar çadırda geçirmek zorunda kalmıştık. Daha sonra 5 yaşımın, okul öncesinin kışlarını hatırlarım. O zaman kar sağlam yağdığında sokaklarda insanların yürümesi gereken yerler temizlenir, diğer yerlere dokunulamazdı, çünkü benden de uzun olurdu o karların yüksekliği. O zaman da akranlarımdan uzun olduğum dikkate alındığında 1,20 mt gibi bir yükseklik yapar, evet oldukça yüksek... Okula başlayınca bu karlar devam etti, sanırım 1990 başlarına kadar da iklimde büyük değişiklik olmadı.


Garip bir özelliğim aklıma geldi şimdi. Her mevsimi zamanında yaşamak tutkusu... Sonbahar gelince yapraklar dökülür ve bu hoşuma giderdi. Yapraklarını dökmeyen ağaçlara gıcık olurdum, mevsime direnmesine kızardım. Sonbahar bitince artık kış zamanıydı. Güneş çıkmasın isterdim. Hergün istisnasız hava durumunu izlerdim. Trt yıllarının hava durumu ikonlarını hatırlayanlar bilir. O yıllarda kar yağışını salak bir kardan adam temsil ederdi. Gülümseyen bir kardan adam, yanında sopası.. Kar yağışı oydu. O ikonu görmek için hava durumunu izlerdim. En soğuk şehir bizimki olmalı, kar yağmalı sürekli, mevsimi mevsiminde yaşamalıyız... Erzurum'a sinir olurdum bizden soğuk olduğu için, aynen Malatya'ya yazın bizden sıcak olduğuna sinir olduğum gibi...


Kar yağmaya başlardı, artık tek derdim o kar tutsun'du. Erimeye başlayan yerlerin üzerine karlar döker ve dondurmaya çalışırdım. Zaten 1 gün yağsa ve tutsa gerisi kolaydı. Gelsin kızaklar, gitsin kartopular. Ayakkabı üzerinde kaymaktan altları kısa sürede dümdüz olurdu, bu da hem daha rahat kaymak, hem de düz yolda da düşmek demekti... Hatta yeni ayakkabı alırken altına özellikle bakardım, çok tırtırlı olmasın, düze yakın olsun da rahat kayayım diye..

İlkokulda kar yağarken gözlerimiz sürekli camlarda olur, yağsın yağsın yağsın isterdik. Hele o taneler minik tanelerden lapa lapa denen forma gelince çıldırırdık. 12 yıldır İstanbul'da hiç lapa lapa kar görmedim, yok yok sanırım 2002 kışında yağmıştı bir defa... En büyük isteğimiz okullar tatil olana kadar yağmasıydı. Ama koca ilkokul ve ortaokul hayatım boyunca 2 ya da 3 defa tatil oldu. Ortaokul demişken karlı havalarda eğlenmek anlamında en kral eğlenceli günlerim ortaokulda geçti. Karlı havada top oynamaktan, okulunun önündeki yokuştan saatlerce kaymaya, acımasız kartopu savaşlarından 2 insan boyundaki kardan adamlara ne ararsan vardı. Nasıl bir yerimizi kırmadık hala şaşıyorum.

Manyaklığımın zirve yaptığı zamanlardan birini 1993 kışında yaşamıştım. Kendini bildi bileli kardan ev nasıl olur hayal eden Metin'in eline şans geçmişti. Her taraf kıyamet kar. Saat 09.00'da çalışma başlar, gece bitmeli ki soğuktan donsun ve kalıcı olsun. 15.00-16.00 gibi ev hazırdır, boyumdan uzun, yaklaşık 10 mt2'lik kardan ev. Yan komşumuzun çocukları gıcık olup onlar da başlamıştı. Ve emindim gece saldırıp bizimkini yıkacaklar. Aynen düşündüğüm gibi oldu. Biz çaktırmadan nöbet beklerken saldıran komşu çocukları püskürtüldü, evleri de kartoplarından nasibini aldı. Benim evim de 3 gün ayakta kaldı, sonra da güneşe yenik düştü. :)

Erzurum'daki lise günleri ve İstanbul'daki üniversite günleri gelecek bahsimin konusu... Coming soon...

5 Ocak 2010 Salı

TL, YTL...

Paramız bol sıfırlıyken amma çok dalga geçer ve utanırdım. Düşünsene ya, bakkaldan gofreti 500.000 Liraya alırdık. Yabancı milyonla yatırım yapıp fabrikalar kuruyor, biz 1 milyona Coca-Cola alamazdık. Böyle komikliklerle çocukluğumuz, gençliğimiz, velhasıl yıllarımız geçti. Sonra paradan 6 sıfır atıldı. İnsanlar önce alışamadı buna. Madeni paralara ikiyüzellibin, beşyüzbin dedik, kağıtlara 1 milyon dedik. Uzun süre de böyle gitti. Sonra finans kurumlarının dilde kullanmaya başlamasıyla iş düzeldi biraz. Ama düzele düzele ne oldu, hala milyonlar milyarlar havada uçuşuyor.

Geçen sene YTL gitti, artık TL'miz vardı. 2 yıl boyunca geçiş döneminde paraya millet YTL dedi, nasıl alıştılarsa hala YTL diyorlar. Ya bizim eskiden liramız vardı, TL diye. Yüzyıllık TL gitti, millet 2 yıl YTL dedi, şimdi adı kaldı YTL diye.

Bu yılbaşında da YTL'ler artık kullanılmayacak dediler. Yani üstünde YTL ibaresi geçen paralar dolaşımdan kalktı. Merkez bankasından değişiyormuş, bir de galiba Ziraat'ten.

Peki dün ne geldi başıma? Dinleyin...

Her sabah olduğu gibi pastaneye gittim. Sandviçimi ve simiti aldım. Adama uzattım madeni "TL"'leri. İkisini aldı, birisini almadı. N'oldu dedim. "Abi eski para bu almıyoruz" dedi. "Peki yarın bırakırım" dedim ve arkamı döndüm gitmeye hazırlandım.

Benden YTL'yi almayan arkadaş, tezgahtaki çocuğa seslendi "Salih, kasadan bozuk 1 milyon versene..."

:) Derler ya, yurdum insanı... O hesap...

1 Ocak 2010 Cuma

Efsane'nin dönüşü : Michael Schumacher

Öncelikle uyarıyorum, bu yazı uzun bir yazıdır!

Uzun süredir bu konuda bir yazı yazmaya niyetleniyorum, ya vakit olmuyor, ya da içimden gelmiyor. Vakit olmamasının sebeplerini anlatmaya gerek yok, bir aşağıdaki yazıya bakarsanız 2009 zordu diyorum, vakit yokluğu da bununla aynı çizgide değil mi? Anladınız siz onu :)

Schumi dönecek miydi?

Evet içimden de gelmedi. Neden ? Çünkü bu adam benim idolüm. Hayatımın diğer idolü olan Ferrari ile birlikte iki önemli olgu. 1-2 ay öncesine kadar da bu iki olgu birliktelerdi, ayrılmazlardı, tek sevgi yeterdi, sevgileri bölmeye gerek yoktu. Ansızın o kötü ve inanmak istemediğimiz söylenti çıktı, Schumi Mercedes'le dönme hazırlığındaymış. İnanmadık, inanmak istemedik. Yazın Ferrari ile dönecekti, boynundaki sorun nedeniyle dönmedi. Ferrari'nin olması imkansız 3. sürücü iddiası gerçekleşseydi dönecekti, olmayacağı için danışman olarak Ferrari'de kalacaktı. "Neden böyle bir yapsın ki"ydi... Dedikodular güçlenmeye başladı. Transfer dedikodusu dönen Mercedes takımı tamamen Almandı, Schumi'yi F1'de ilk destekleyen Mercedes'ti, büyük başarılarının mimarı ve dostu Ross Brawn Mercedes'teydi, oturacağı araç 2009'da çifte şampiyonluk kazanmıştı, bir sürücüsü boştaydı, takımı Ferrari'de olduğu gibi yönetebilirdi.... Bir sürü pozitif neden vardı inanmamız için. Schumi'nin menajeri Willi Weber'in bilgileri ilk verdiği Bild gazetesi Schumi'nin 1 yıllık sözleşmeye imza attığını da söylemişti. Herkes merakla olacakları beklerken ansızın haber geldi. Efsane pilot 41 yaşındaki Michael Schumacher Mercedes'le tam 3 yıllık sözleşme imzalamıştı.




Yazın dönme ihtimali varken dönememenin kendisini kamçıladığını, 3 yıl önce emeklilik kararını acele aldığını, dinlendiğini ve içindeki savaşçı ruhun gitmediğini, Ross'un çağrısına karşılıksız kalamayacağını söylüyordu.

Ferrari mi Schumi mi?

Milyonlarca Tifosi (Ferrari fan'ları) şoktaydı. Ferrari'nin son 15 yılının en önemli ismi, tarihi değiştiren adam, Ferrari'nin o ana kadarki başarılarını neredeyse ikiye katlayan adam artık Ferrari'nin rakibiydi. Evet ben de felaket şoktaydım, hala da öyleyim. Pistte ilk olarak yine Ferrari sürücülerini destekleyeceğim. Hep söylerim, takım o kokpite eşşeği de koysa, destekleyeceğimiz şey o eşşektir. Ta ki şahlanan at haline dönüşsün... Schumi de Ferrari'nin birşey yapamadığı durumda destekleyeceğim ilk pilot olacak.



Dönmesinde motivasyonu neydi?

Schumi'nin gelmek isteme nedenlerini ben aslında şöyle sıralıyorum:


  • Öncelikle ve en önemlisi safkan yarışçı olması, pistten ayrı kalamıyor

  • Gideceği aracın oldukça rekabetçi olması

  • 8.şampiyonluğunu kazanamamanın içinde kalması

  • Msc'nin ne olduğunu tekrar herkese göstermek istemesi

  • Ross Brawn'la olmazları gerçekleştirebileceğini iyi bilmesi

  • Üstünü kapattığı rekorlarını kaldığı yerden geliştirmek istemesi

  • Yeni puan sistemiyle geçilme ihtimali olan toplam puanını büyütmek istemesi. (Bunda çok ciddiyim, bu adam 25-20-15 sistemiyle rekorlarının erimesine çıldırabilir!!! Schumi yalansa yalan de hadi!)


Şimdi ne olacak?

Peki 2010'da Schumi'nin gelmesiyle neler olacak? Yine liste yapayım

  • Uzun aradan sonra 40 yaş üstünde bir sürücü gridde yer alacak

  • Nico Rosberg hayal kırıklığına uğrayacak, Schumi'nin önünde kendini göstermesi oldukça zor

  • Hep merak edilen Lewis Hamilton-Michael Schumacher karşılaşması görülecek

  • Pistte aynı anda 4 şampiyon yarışacak (Buna şampiyonluğu kıl payı kaçıran Massa'yı da ekleyin

  • Gridde 7 Alman sürücü olacak

  • Alonso-Schumacher kapışması bu defa daha da dramatik şekilde tekrarlanacak

  • Yakın dostları Massa ve Vettel ile lastik lastiğe kapışmaları görülecek

  • Senna soyadıyla tekrar yarışacak

  • Daha önceden yarışmadığı 4 yeni pistte (Valencia, Kore, Singapur, Abu Dabi) yarışacak, yarışıp da kazanamadığı tek pist İstanbulpark'ta bir kere daha şansını deneyecek.

Liste daha da uzayabilir. Efsane'nin neler yapacağını herkes merakla bekliyor. Şu bir gerçek ki, grid 3 yıl önce bıraktığından beri oldukça değişti. Massa çok tecrübe kazandı, Alonso artık uzun yıllar beklediği koltukta ve daha tecrübeli, Lewis Hamilton gibi bir fenomen gride yerleşti, Button şampiyon oldu ve kendine güveni arttı, Vettel ilk şampiyonluğuna süper yeteneği ve iddiasıyla hazır... Schumi bu kadar rekabetçi pilot yanında eski günlerini bulamayabilir. Yarış kazanacağı muhakkak, aracının konfigürasyonunu bilemiyoruz ancak Malezya, Monako, Hockenheim, Spa, Japonya MSC'nin çok iddialı olacağı pistler olacak.


Ne olursa olsun onun gridde olması herşeyi değiştirecek. Tekrar hoşgeldin Schumi!

31 Aralık 2009 Perşembe

Çocukluğumun yılbaşıları...

Bir yılı daha devirdik. 2009'un hayatımın en sansasyonel, en zor, en çok değişikliğinin olduğu sene olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu anlamda bu yılı bitirmek benim için az burukluk ama çok mutluluk demek. Nedense tek sayılı seneler bende negatif, çiftler pozitif etki yapmıştır. Bu anlamda da 2010'u merakla bekliyorum. İlk indikatörler de iyi olacağını gösteriyor, bakalım...

31 Aralık'lar benim için herkese olduğu gibi farklı ve "mixed feeling'ler" yaşadığım günler olmuştur. Bugün şöyle bir eskiye gittim, çocukluğumun yılbaşı gecelerine. İlk hatırladığım şey 1985'i 1986'ya bağlayan gecedir. TRT ekranında, 1985'in 5'inin silinip yerine 6 geldiği basit ve gösterişsiz bir 23.59 hatırlıyorum. Ertesi senelerde bu adet devam etmişti birkaç yıl daha.


Noel baba ve ben...

Sanırım 9 yaşına kadar Noel Baba'nın gerçek olduğuna inanıyordum. Amerika'da olduğunu biliyordum. Ama bu adam öyle böyle bir gün Türkiye'ye gelmeliydi. O yıl da Erzincan'a gelme ihtimali de olabilirdi. Her 31 Aralık gece saat 9 gibi eve yakın ana caddeye çıkardım, öyle ya gelirse eğer oradan geçerdi mutlaka. İstediğim illa hediye değildi, kırmızı kıyafetini merak ederdim, en çok da geyiklerini. Göremedik tabii ki. Sokaklarda yapma Noel Baba'lar gördüğümdeyse benim için unique olan Noel Baba artık tamamen çekiciliğini yitirmişti.

31 Aralık'ta kar yağması

Bu en büyük hayalim ve isteğimdi. Her yıl 1 hafta önceden başlardım hava durumunu kontrol etmeye. Aman o güne kadar ne olursa olsun, o gün yağsın yeter. Yağdığı yıllar olmuştu ama yağmadığı yıllar çoğunluktaydı. Hele yağdığı seneler kar tutsun diye mahallenin çocuklarının yolda yürümesine izin vermezdim, karlar erimesin de camdan izleyeyim diye. Çocukluk işte...

31 Aralık'ta olanlar

Eğer tatilse sabahtan, okuldan geliyorsak da akşam 4'den itibaren TRT ekranlarına geçerdik. Televizyonda hep Noel Baba'lı filmler olurdu. Öncesinde çizgi filmler, sonra normal yabancı filmlerle akşamı yapardık. İnanılmaz huzur verirdi bana bu. Arada sırada Türk yapımı Zeynep Değirmencioğlu ile Külkedisi Sindrella yayınlanırdı, ona da fit olurduk.

Akşama doğru artık yemekler yenirdi ve evde o güne özel hindi, bol meyve, bol kuruyemişle geceye hazırlanırdık. 31 Aralık gecelerinin farklarından biri normalde TRT'de yasaklı olan arabesk ve fantazi sanatçılarının o geceye özel TRT'ye çıkabilmeleriydi. Orhan Gencebay, Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, Cengiz Kurtoğlu, Emrah.. gibi sanatçılar senede bir defa o gece çıkardı televizyona. Aklıma hep o sahneler gelir. Tüm sanatçılar TRT'nin çekim yaptığı mekanda masalarda oturur ve sırayla şarkılarını söylerlerdi. O gecenin vazgeçilmezi dansözler çıkardı ve gece 12'de de 3-2-1-0 eğlencesi yapılırdı. Saat 02.00'yi geçmeyecek şekilde sızardık.

Yıllar sonra her sanatçı özel tv'lere çıkmaya başlayınca, kanallar onları kendi aralarında paylaşmaya başlayınca Trt'nin o ritüeli son bulmuştu. Benim için de yılbaşı gecesi tv keyfim bir anlamda tarihe karışmıştı. Öyle ya, senenin her günü görüyorum, o gün de görsem ne değişecekti..

"Yeni yıla nasıl girersen tüm yıl öyle geçer"miş

Hadi ordan! Yalan, koca bir yalan. Hiçbir yıl böyle birşey olmadı, nasıl girdiysem sene öyle geçmedi. Hatta alakası bile yoktu. Geçen yıl dizimden ameliyat olduktan 2 gün sonra geçen yılbaşıysa sanırım en acılı geçeniydi. Kankam yanımdaydı ya, başka da birşeye gerek yoktu...

Yeni bir yıl daha geliyor, umarım herkese sağlık ve mutluluk getirir. Bana da sağlık, mutluluk ve hedeflerimi getirsin.